1 Mart 2013 Cuma


Tristan Tzara
Gösterişsiz bir bildiri


Sanat uyuyacak yeni bir dünyanın doğması için
“SANAT”- bu basmakalıp sözcüğü DADA’yla
PLESIOSAURUS’la veya mendille değiştik.

ÖĞRENİLEBİLEN yetenek şairi
eczacı yapar GÜNÜMÜZDE artık dengelerin
kritiği benzerliklere itiraz etmiyor

Hipertrofik ressamlar büyüksenir ve hipnotize edilirler
bakteriyologlar tarafından
ikiyüzlü görünen müezzinlerin
PEKİŞTİRİN HASADINI KES-
İN HESAPLARIN

ebedi güvencelerin hipodromu: itibar
diye bir şey yok ne  şeffaflık
ne de gösteriş

MÜZİSYENLER ENSTRÜMANLARINIZI PARÇALADI
KÖR ADAMLAR sahne aldı

Şırınga sadece benim anlamam için. Yazıyorum çünkü
hastalığımla dalga geçmem kadar doğal bu

SANATA AMELİYAT GEREK

Sanat GÖSTERİŞTİR
idrar torbasının UTANGAÇLIĞIYLA ısıtılmış
STÜDYODA başlayan histeridir

Bizler bir gücün arayışındayız
direk saf ayık olan
EŞSİZ, bizler HİÇBİRŞEYİN arayışındayız
bizler her DAKİ-
KANIN yaşamsallığını tasdikliyoruz

spontane akrobasinin anti-felsefesi
Şu an daha ara olmadan –kolonya- diye
fısıldayan adamdan nefret ediyorum
acı tiyatro: THE JOYOUS WIND

Eğer herkes tersini söylüyorsa
o doğru demek

Kanımızın gayzerinin hareketine hazır olun
-transkromatik hava cereyanıın sualtı formasyonu-
uçaklar, hücreli metaller sayılıyor
uçuşan imajlarda

kurallarının ve
kontrolünün ötesinde

GÜZEL

kesik namlulu şeytanlara göre değil
hala göbeklerine tapan.



çeviren: anita sezgener




5 Mayıs 2012 Cumartesi




‘sessizlik masası’


  bizden sonra gelenler vardı sonsuz gibi sustuk
  sonsuz bir meme gibi sütten  (süt susmaz)


--- adını demediler adıbir kolları eklem yerleri ilikleri
avcuna okunmuşlar köyü canına
götürdüler öylece canhıraş’ı çekiştirip
önce saçları yanmış kokusu var
avcunda sarsak bi dövme
oysa dövütülmez bir yerlerin kimse dememiş
kimsesi yoğ ilk nesnesini seçmemiş henüz
ilk karşılaşma baş aşağı tavuk ayağı yanmış devlet
kapısında yüzü kanla kum kızgın yağla öyle ki
kımık oturuyor birazdan kesilecek dili tersten aynada
azığı boynuna verilecek aç susuz---


sundurmada onca devletli bitişip
uçkurlu akılla bi uru başıboş
midesi keçe dil etoburu (kıstığımın dili)
dolaştırıyor lale bitiği kasıkta
etimolojik baba huk baba uk baba
bi taşa 15 yıl diyo öğürdeyip asidi
bam mab bam mo’ab dil kasık beraber işliyo
salgıları azmış iti ki çok mok
hak alması eksik etek tamlaması                                     
ayna evresi bok mok tok yok
kiri baş başa verip onca beden eğitimli SS
saatlerce öylece durduğundan
arınmak bi koyunlara kalıyor bilisiz


bizden sonra gelenler bilenmiş yasayla
bi soluklanma’çin bi çın!
masaya oturmıycaz çıkcak önce tüm fallik
artık susmamak için sütü  (süt susmaz)
öteki, taş ki öte ki öylece bakıyor çocuğa
nerdeyse özür dileyecek az var
karşılaş yüzleş diyolar
bilek kuvvetiylen kolluk koltuk bokluk
kıt kıt kıt (kıttığımın dili)
yoksa yut dön öl tıkcaz seni
böğürtüp attığı taşı ısırtıp ağzı burnu dişi kan
ortasında kanlı çocuk bir taş, duruyor masa
sessizlik masası bu
ub ısasam kilzisses


yerde, taşta yatan öbürleri rutubetten önce
astımlıya solumayı öğretecek bakınız
nefes yok orda ya sizin kasıklarınız insafsız
tebeşir filan öretmenlere kalkışmışmış
hangi lekesiz okul çağında öğretiliyo hani
devletli çocuğu kapatcak da
ağzı yarılmıycak kendinin girişip de abdestine
orası burası temiz kalcak
sessizliğin masasındaki ılgınlar
devletlinin göğsüne bıçak ola dikilecek
her oturup kalktığında batsın diye ora ra
ra’nın duat’a geçmesi için her gece
buraya güneş gerek
masa asam masa asam kilzisses
etten kafalara bugün ses tak yarın ses tak
ve ses taakk!
koyunun zilini duydunuz!

Anita Sezgener

duvar dergi, sayı 1

1 Şubat 2012 Çarşamba

OLUMSUZLUK MANİFESTOSU


1.
Altın Kural: Söyleyecek hiçbir sözüm yok.

2.
Artık hiçbir şeyin değeri yok; hiçbir zaman da olmadı.

3.
Kültür öldü. Başarıya ulaştığı için intihar etti.

4.
Dilin kurtuluşu, kelimenin özgürlüğünün şiirselliği, Fütüristlerin özgür sözcükleri, şizofrenik söylemin zevki, Rusların uşdışı zaumları, hepsi de sessizliğe ve nefessizliğe sonsuza dek mahkûm bir halde önceden belirlenmiş kutularına tıkılırlar.

5.
Salt farklılığın şiddeti sınır tanımaksızın büyür sokaklarda.

6.
Şiirin insanlar üzerinde bir etkisi yok. Etkilendiklerini düşünenler ise şiirin dönüştürücü ve başkalaştırıcı gücünden yoksun kalırlar ve zayıf nostalji ile bu gücü temaşa ederler.

7.
Kişisellik kurgusaldır.

8.
Hemen köşede yardım elini uzatacak sinestezi yoktur.

9.
Teknolojinin otonom bir durumda olduğuna ancak budalalar inanır. Kendilerini kurtuluş ümidiyle teknolojinin kollarına bırakanların yazgısı asfiksidir.

10.
Sıfır-durumu dünyada artık tatile çıkamazsınız.

11.
Neslimizin sözde muhteşem başarıları aslen hiçbir şeydir; “onları”, bize zorla yedirilen sürümlerinden ayırt edecek durumumuz dahi yok.

12.
Artık sanatçı için bir kitle yok. Varsa bile bu satın alınan ve ücrete tabi olan bir kitle.

13.
Auschwitz’den sonra şiir yazıldı, evet, ancak bir o kadar da yazılmayabilirdi.

14.
Temsilin en uç noktasında hiçbir şey kalmadı, ya da kalan da kesinlikle: kalıntılar.

15.
İlahlaştırılan görüntü tam olarak başladığı yere döndü: kötü bir şakadan daha az bir değerle.

16.
Geriye kalan tek şansımız: sınırsız ret.

17.
Dil ileri geri koşmaktan başka bir şey değildir.

18.
Hiçlik her şeyi engeller.

19.
Kral öldü.

20.
Bütünleme: tüm geçmiş manifestoların bu vesileyle değersiz ve anlamsız olduğu beyan edilir.



Harry Polkinhorn
Çeviren: Buğra Yasin
ne.



zaman akacak. uzamasından korkulup bozulması için

fırsat kollanan sessizliklere tanık olunacak; eşelenmemiş

kat kat çakıllar görülecek.

ara ara denilecek: kim neyin kıymetini bilecek!..



camların üstünde yürünecek. yağmur gelmeyecek,

rüzgar çıkmayacak. bir an aralık bir kapı görüldüğü sanılacak;

ışık girseydi bari denilecek. sonra balkonlu bir yer bulunacak.

aşağıya inilip yerler yıkanmaya başlanacak, düşülen yer

temiz olsun  denilecek. düş(m)enin temizliğini kim bilecek.



kendini kendi saçlarından çekerek bataklıktan kurtarmaya

çalışan munchausen, ahhh!…



huzurunu yitirmiş bir kıyının kumunun yürüyüşüne kim katlanır ki

gelip “uyu şimdi” desin, “uyu! hep senden sonra yatacağım ben,

hep senden erken kalkacağım. kovalayacağım sisi, çağıracağım

yağmuru”. olmayacak. susulacak. susulacak ve uzamasından

korkulup bozulması için fırsat kollanacak, sürecek sıçramalı

uykular.



sonra zaman akacak. ülkenin uzak bir köşesinde bir ılıklığa

rastlanacak. her şey çabucak anlaşılacak: yer yanlış, zaman

yanlış. söylenmemişlerin ve verilmemişlerin çokluğu sessizce

ılıklığı ve yazanı kenarlara itecek.



bir varmış bir yokmuş. söylenmemişler çokmuş. bir kadın
ve bir adam rastlaşmışlar. kadın kendini kazar dururmuş kıyısında,
adam yürürken iki de bir düşermiş. adam her şeyi konuşabilirmiş
kadınınyanında, ama o çıkamayıp içinden gitmiş ‘sus’ olmuş.

sonra bir gün rüzgar çıkmış. güneş kaçıp bir yerlere sinmiş.
gökyüzünden kumlar yağmış. yağan kumlar kayalarla kardeş
olmuş. adam bakmış susup kırdığı kadın yanında yok.
ilkin kalkıp pazaryerine bakmış, yok.terkettirilmişlerin köyüne
gitmiş. kadını bir dut ağacının altında usulca boynundan öptüğü
yere bakmış, yok.

zaman akmış. sıçratan uykular çokmuş. adam bir gün kıyıda
tekrar kadına rastlamış. bir kırgın ve bir yorgun sessizlikte
uzun uzun suyun ucuna bakıp susmuşlar. sonra kadın kalkıp
su olmuş, adam yürüyen kum.


salınıyorum, salınıyorum, salınıyorum…

hiçbir şeysiz.




işte öyle...

 
 
uygar asan

3 Ocak 2012 Salı

Kripto Anarşist Manifesto



Bir hayalet; kripto anarşizmin hayaleti dadandı modern dünyaya.


Bilgisayar teknolojisi bireylere ve gruplara, birbirleriyle tam anlamıyla otonom bir biçimde iletişim ve etkileşim kurma becerisi sağlamanın eşiğinde. İki kişi, birbirinin gerçek ismini ya da yasal kimliğini hiç bilmeksizin mesaj alışverişi yapabilir, iş yapabilir ve elektronik sözleşmeler imzalayabilir. Ağlar üzerinden gerçekleştirilen etkileşimler, şifreli paketlerin kapsamlı bir şekilde yeniden yönlendirilmesi ve tüm tahrifatlara karşı neredeyse kusursuz bir güvenceyle kriptografik protokoller uygulayan tahrif edilemez kutular sayesinde izlenemez olacak. İtibar, günümüzün kredi puanlarından da çok müzakerelerdeki en önemli öğe olacak. Bu gelişmeler hükümet düzenlemelerinin yapısını, ekonomik işlemleri vergilendirme ve yönetme ve bilgiyi gizli tutma gücünü tamamıyla değiştirecek; hatta güven ve itibarın doğasını dahi değiştirecek.

Bu devrim için -ki bu kesinlikle sosyal ve ekonomik bir devrim olacak- gerekli teknoloji son on yılda teoride vardı. Yöntemler genel erişime açık anahtarla şifreleme, sıfır bilgiye dayalı etkileşimli ispat sistemleri ile çeşitli etkileşim, kimlik doğrulama ve denetim yazılımı protokollerine dayanıyor. Şimdiye değin Amerikan Ulusal Güvenlik Ajansı tarafından yakından izlenen Avrupa ve Amerika’daki akademik konferanslara odaklanılmıştı. Ancak yakın zamanda bilgisayar ağları ve kişisel bilgisayarlar, fikirleri pratikte gerçekleştirilebilir kılmaya yeterli hıza ulaştı. Ve önümüzdeki on yıl, fikirleri ekonomik olarak makul ve temelde durdurulamaz kılmak için gerekli ilave hızı da beraberinde getirecek. Şu anda gelişmekte olan hızı yüksek ağlar, ISDN, tahrif edilemez kutular, akıllı kartlar, uydular, Ku bandı vericileri, multi-MIPS kişisel bilgisayarlar ve şifreleme çipleri kolaylaştırıcı teknolojilerin bazıları olacak.

Elbette Devlet teknolojinin uyuşturucu satıcıları ve vergi kaçakçıları tarafından kullanımı ve toplumsal parçalanma korkuları gibi ulusal güvenlik endişelerinden dem vurarak bu teknolojinin yayılmasını yavaşlatmaya ya da durdurmaya çalışacak. Bu endişelerin çoğu geçerli; kripto anarşi ulusal sırların, yasadışı ve çalıntı malların ticaretini olanaklı kılacak. Otonom bir bilgisayar destekli piyasa, nefret uyandıran suikast ve gasp piyasaları bile yaratacak. Çeşitli suç unsurları ve yabancı unsurlar CryptoNet’in aktif kullanıcıları olacak. Ama bu kripto anarşinin yayılmasını engellemeyecek.

Tıpkı baskı teknolojisinin ortaçağ loncalarının iktidarını ve toplumsal iktidar yapısını değiştirmesi ve azaltması gibi, kriptolojik yöntemler de kurumların ve ekonomik işlemlerdeki devlet müdahalesinin yapısını köklü olarak değiştirecek. Yükselen bilişim piyasalarıyla beraber, kripto anarşi sözcüklere ve resimlere aktarılabilecek tüm malzemeler için likit bir piyasa yaratacak. Ve tıpkı dikenli tel gibi önemsiz görünen bir icadın ABD batı sınırında bulunan büyük çiftliklerdeki çitlerin kalkmasını olanaklı kılması, dolayısıyla buradaki mera ve mülkiyet hakkı kavramlarını sonsuza dek değiştirmesi gibi, matematiğin sır dolu bir dalının geliştirdiği bu önemsiz görünen keşif de fikri mülkiyetin etrafındaki dikenli telleri söken tel makası olacak.



Kalk, dikenli telli çitlerinden başka kaybedecek bir şeyin yok!



Timothy C. May

Çeviren: Nilay Kacar













jannis kounellis, 1969
(exhibition of twelve horses in the Galleria L'Attico, Rome)
Rosa, Korsika’ ya gitmek istiyor.



Güneye gidersen

omzunda kırmızı şal

Unutmuştur

belki bir keçi

Avrupa’nın modern olduğunu

gri kayanın zeytini ve

ispanyol kestaneleri

Odysseus’un önündeki rüzgâr gibi

Korsikalı bir köylünün

tek başına dolaşması

İnsan sesi ne bir kuş

Belki lacivert bir eşek

Bir katırın yanında

Üzerinde yan oturmuş bir kadın

Kucağında kımıltısız bir çocuk

kocasının güvenli bulduğu bıyığında

Kutsal olduklarına inanırsın

Unutursun

Avrupa’nın modern olduğunu

Eğilmek istersin

Güzelliği karşısında

Klasik dünyanın.



Anita Sezgener


Rosa Luxemburg’un 1917 Ocak’ında Sonichka’ya yazdığı
mektuptan esinle…















jannis kounellis, untitled 3, 2000
Meksika Otobanlarına Nasıl Bakılır


1. Gittiğin bir yer yok.

     1.1. Bekleyenin de yok.

     1.2. Seni birisi bekliyorsa da, gecikmeyi ona

            her zaman açıklayabilirsin.

     1.3. Trafiğin suçu dersin, yürümeyi seçtiğini başka bilen yok.



2. Kaldırıma bakma, içerdeyken göremeyeceğin şeylere bak.

     2.1. Su kuleleri.

     2.2. Kablolar.

            2.2.1. Diğer insanların seslerini ve yüzlerini TV ekranlarına

                       taşıyan kablolar.

            2.2.2. Ampüllere ve buzdolaplarına elektrik getiren

                       kablolar.

     2.3. İplerde çamaşırlar.

     2.4. Boş konserveler.

            2.4.1. İçinde büyüyen çiçekler.

            2.4.2. İçinde büyüyen kaktüsler.



3. Seni saran dalgaları hisset.

     3.1. Hoparlörlerine başka insanların seslerini taşıyan

            ses dalgaları.

     3.2. Sokaktaki ses dalgası.



4. Merdivenleri ne kadar hızlı inip çıkabildiğini hesapla,

     onu geçen arabaların hızıyla karşılaştır.



5. Yorulduğunda üst geçidin ortasında dur.

     5.1. Aşağıya bak.

     5.2. Öteye bakmayı dene ve şehrin ufuk çizgisini tasvir etmeye

            çalış.

             5.2.1. Hava çok kirliyse tekrar aşağıya bak.

            5.2.2. Korkuluğa sıkıca tutun.

            5.2.3. Orada bir süre daha kal, seni kimsenin

                       beklemediğini hatırla.

            5.2.4. Gittiğin bir yer yok.



6. Korkuluklardan bakınca sokağın öyküleri çözülecek.

     6.1. Dikkat kesil.

     6.2. Sen onlar değilsin.

     6.3. Onlar da onlar değil.

            6.3.1. Onlar sonsuzca, bir artı bir.



7. Bir yerlere giden monadlar sarmış çevreni.



8. Hareketlerinin bir amacı var.



9. Arzu bir Federasyondur.



MÓNICA DE LA TORRE

Çeviren. Anita Sezgener














jannis kounellis
Dr. K.H.G.’NIN ANISINA


-Hölderlin ist Ihnen Unbekannt? * diye sordu

Dr. K.H.G., at leşi için çukur kazarken.

-O da kim?, dedi Alman askeri.

-Hyperion’un yazarı. Alman romantizminin en

büyük isimlerindendir, diye açıkladı Dr. K.H.G.

-Peki Heine’yi tanıyor musunuz?

-Kim bunlar? diye sordu Alman.

-Sizin şairler…Schiller adını da mı duymadınız?

-Duydum, dedi Alman askeri.

-Ya Rilke’yi?

-Onu da, dedi Alman. Pancar gibi kızardı ve

silahını çekip Dr. K.H.G.’yi vurdu.




*Hölderlin’i tanımıyor musunuz?


Istvan Örkeny

"Bir Dakikalık Öyküler"den...
Macarcadan çeviren: Sevgi Can Aysevener
Sel Yayıncılık, 2004, s.31
1640

                                                                                ulus baker için...


burgwal caddesindeki evimizden çıktım, sol çaprazımdaki köprüyü geçtim. sağa dönüp ‘kereste kanalını’seyrederek okula vardım; bu kaçıncı. saat 11.00’de öğle yemeği arası verildi, eve gittim. babam evdeydi; başı eğik sessizce oturuyordu. mutfağa geçtim. salona çağıran sesini duydum sonra babamın. “otur oğlum” dedi. annemin akrabalarından, benim de uriel amca dediğim uriel da costa kendini vurmuştu.


okul 14.00’de başlıyordu, evden erken çıktım, annem öleli iki yıl olmuştu; o gün ters yöne yürüdüm; bu ilk.
st anthoniesluis sokağının karşısına saptım. babamın benimle konuşurken elinde tuttuğu kitap aklıma geldi, “propostar contra a tradicao” gibi bir şeydi galiba adı.


sokakta sakallı bir adam, yere oturmuş sırtı bir eve dayalı resim yapıyordu. talmut torah cemiyetine ziyaretlerinden tanıdığım ulyenberg başını az ilerdeki bir camdan uzatıp resim yapan adama “rembrandt! diye bağırdı, adam resim yapmayı sürdürdü. resim yapan adam duymayınca şimdi neredeyse yan yana olduğumuz ulyenberg bana bakıp “spinoza” dedi “gidip şu adama bana bi bakmasını söylesene”. geri dönüp dürttüm adamı, hiç oralı olmadı, neden sonra ulyenberg’in yeğeni güzel saskia’nın sesi duyulunca adam kaldırıp başını resimden, sesin geldiği yöne bakıp gülümsedi;
bilmiyorum bu kaçıncı.




uygar asan



















jannis kounellis, sarajevo, 2004
agorafobi


vapur iskeleye zor yanaştı. sigaralı adamın beklediği gelmedi. bir kadın şoförün tipinden tırsıp taksiye binmedi. kaykaycı çocuk düştü. büfedeki adam kendine çay doldururken bardak çatladı, duydum. bir genç aradığı dergiyi gazete bayisinde bulamadı. bir dakika içinde tam yirmi üç korna saydım.

eve dönüp güzel bir uyku çektim.


uygar asan















jannis kounellis, fish - knife

2 Aralık 2011 Cuma

YALNIZLARDAN söz etmemiz insanlardan, fazla anlayış beklemektir. İnsanlar, neden söz ettiğimizi anlarlar sanıyoruz. Hayır, anlamazlar. Bir yalnızı görmemişlerdir asla; ondan, tanımaksızın, nefret etmişlerdir yalnız. İnsanlar, onu tüketen komşular olmuşlardır; bitişik odanın, onu baştan çıkaran sesleri olmuşlardır. İnsanlar, patırtı etsinler, onun sesini boğsunlar diye, eşyaları ona karşı kışkırtmışlardır. Narinliği ve çocuk oluşu yüzünden çocuklar, ona karşı birleşmişler ve o her büyüyüşünde, yetişkinlerin rağmına büyümüştür. Bir av hayvanı gibi barınağını sezmişler ve uzun gençliği sürekli bir takip altında geçmiştir. Güçten kesilmeyip de ellerinden kaçtıkça, yaptığı şeylere bağırmışlar, çirkin deyip kötülemişlerdir yaptıklarını. Ve o, bunlara kulak asmadı mı biraz daha ortaya çıkmışlar, yiyeceğini bitirmişler, teneffüs edeceği havayı tüketmişler ve iğrensin diye yoksulluğuna tükürmüşlerdir. Bulaşıcı hastalığı olan biri gibi adını kötüye çıkarmışlar, daha çabuk kaçıp gitsin diye ardından taşlar atmışlardır. Ve yıllanmış içgüdülerinde haklıydılar gerçekten: o, gerçekten düşmanlarıydı çünkü.


Fakat sonra, o başını kaldırıp da bakmayınca akılları başlarına gelmiştir. Bütün yaptıklarının, onun canına minnet olduğunu anlamışlar; yalnızlık kararında onu desteklediklerini ve kendilerinden sonsuza kadar uzaklaşması için ona yardımda bulunduklarını fark etmişlerdir. Ve şimdi birdenbire değişmişlerdir ve sonuncuya, en son çareye, öbür mukavemete: şöhrete başvurmuşlardır. Ve bu gürültü üzerine hemen her yalnız başını kaldırıp bakmış ve zihni dağılmıştır.



Rainer Maria Rilke

Çeviren: Behçet Necatigil
Malte Laurids Brigge’nin Notları’ndan,
Adam Yayınları, 1982,
S. 143-144


















asger jorn
Beckett’in okuma listesinden...



Samuel Beckett’in mektupları, edebiyatçı isimleriyle doludur; hakkında yazdığı yazarlar (Proust), çevirdiği şairler (Apollinaire), takip ettiği yaşıtları (Ionesco), hayran oldukları (Joyce)…
1941-1956 arasında yazdığı mektuplarda adı geçen okuduğu kitaplardan bazıları:


Andromaque / Jean Racine:
“Andromaque’ı yeniden her zamankinden büyük bir ilgiyle okuyorum ve bugünün tiyatrosunun fırsatlarını daha iyi anladığımı düşünüyorum.’

80 Günde Devr-i Alem / Jules Verne:
“Capcanlı bir kitap.”

Şato / Franz Kafka:
“Kendimi öylesine evdeymiş gibi hissettim ki, sanırım okumaya devam edemedim bu yüzden, dava orda kapandı.”

Gönülçelen / J.D. Salinger:
“Uzun zamandır en çok hoşlandığım kitap.”

Düşteki ev / Agatha Christie:
“çok yorgunum Christie”

Effi Briest / Theodor Fontane:
“Dördüncü keredir aynı yerde gözyaşlarımı tutamıyorum.”

Notre Dame’ın Kamburu / Victor Hugo

Gecenin ucuna yolculuk / Louis-Ferdinand Céline

Lautreamont ve Sade / Maurice Blanchot

İnsanlık Durumu / Andre Malraux

Sivrisinekler / William Faulkner

Repeat Performance / William O’Farrell

Yabancı / Albert Camus

Varolma Eğilimi / Emil Cioran

628-E8 / Octave Mirbeau


çev.: a.s.














 asger jorn, 1956