29 Aralık 2010 Çarşamba

yeni bir şey yok

                                                                                        Artun  Yeres’ e


sobanın başında oturuyorduk Josephine’le. yemekten yeni kalkmıştık. odunlardan gelen çıtırtıları dinliyorduk kahvelerimizi içerken. aniden, "ne düşünüyorsun Ed ? " dedi Jo.
"bilirsin" dedim, "aynı şeyler."
"çıkıp yürü biraz istersen " dedi,
"ama biliyorsun yeni bir şey yok ."

Jo evde kaldı. ılık bir rüzgar vardı şehirde dolaşan. bu kaçıncı gelişimiz acaba New-York’a diye düşündüm sigaramı yakarken. her şey sessizlik içindeydi şehirde. loş ışıklarla yıkanıyordu evler, odalar.
nelerin eksik olduğunu biliyordum bu evlerde; kendi yaşantımdan.


rüzgar bacaklarıma bir gazete parçası doladı. günün tarihine baktım. 22 ağustos 1942.
sonra sayfadaki sinema ilanları ilişti gözüme.
belki de bir filme gitmeli. arka sokaktaki sinemanın önünden geçerken afişe baktım.
'Malta Şahini' oynuyordu. geçen sene Jo ile birlikte görmüştük. gişede bir kadın vardı,
önünde iki kişi bilet alıyordu.





film yeni başlamıştı girdiğimde. yer gösterici kız yerimi bulmama yardım etti. sonra gidip duvara yaslandı.
filmi seyrediyor mu diye baktım. hayır, başı öndeydi.


içeride sekiz on kişi ancak vardı. hiçbiri de çift değildi. belki de Bogart’ın son filmine gitmeliydim.
neyse ona da Jo ile gideriz diye düşündüm sonra.




rüzgar kesilmişti çıktığımda. gidip bir fincan kahve içmeli. arada bir Jo ile oturduğumuz yere uğradım.
servis yapan çocuk dışında içeride bir kadın ve bir adam daha vardı. ben uç tarafa doğru otururken çocuk adama "sigaranı yakayım mı patron ? " diye sordu. adam sönmüş sigarasının üzerinden tezgahın içerine bakıyordu. belli belirsiz başını salladı : "hayır, bırakmaya çalışıyorum." kadın sağ elinde tuttuğu şeyden çok tırnaklarına bakıyordu. öylesine.


kendime bir kahve söyledim. göz ucuyla onlara baktım. aralarında hiç konuşmuyorlardı. kadının tezgaha dayadığı kolunun adama yönelik yakınlığı, adamın kadınla arasına indirdiği sol kolunun yarattığı samimiyet bana bir çift olduklarını düşündürttü. kahve susatmıştı. bir bardak su içtim sonra.

dönüş yolunda, çocuğun bir ara sarı kapıdan çıkıp geri dönmesi arasında, adamın kadına
"kardeşin olmasa çoktan kovmuştum bu salağı" dediği geldi aklıma.
kadın bir şey söylememişti.


eve girdiğimde Jo ayaktaydı. yemek masasının üzerine Meksika haritasını sermiş yollara bakıyordu.
"uzun bir yolculuğa ne dersin Ed" dedi,
"araba ne zaman çıkıyor tamirden ? "
"bu salı " dedim.
gülümsedi.

biliyorduk. yoktu yeni bir şey .




uygar asan
mart 2003


ilk yayımlanış:
Doxa, Sayı: 3, Ekim 2006

26 Aralık 2010 Pazar


hey Marlon
hey Marlon(copy)

‟bütün insanlar birbirinden sorumludur,
hele ben herkesten çok"u
diyebilir Marlon da.
yüz‚ on kanatlıdır bilinsin
ötekinin ölümünü ilan eden

mide asiti keçe artı değer
canını kurtaranın kaçacağı bir meydan
copsuz meydan
copsuz meydan (copy)

bireyleşince
ilkeleşince
oldurulmayan
için
tüm kızılderililer 
için
(hey) Marlon Oskar′ı reddeder
(hey) Marlon Oskar′ı reddeder (copy)

duysa
Beuys′un boynu
ağrır
keçe artık artı değer
keçe artık artı değer


hadi
copsuz meydan gel
hadi copsuz meydan gel (copy)


anita sezgener

JOSEPH BEUYS



18 Aralık 2010 Cumartesi

11 Aralık 2010 Cumartesi

9 Aralık 2010 Perşembe


ÖĞRETİ

Düşen taşlar altında cam
Ya da yaprak kapılmışsa sulara - -
Onlar ki bir zayıf vaktini beklerler,
Öğren!

Şimdi biraz varsan sabah veya öğlen
Bastırınca pis yağmurlu ikindi
Ardında yiteceğin kapılarda eğilmeyi
-Ama düşün neler gider senden-
Öğren!

Vurmuşsa tek başına indirdiğin
Mermerlere gölge, kendi dağlarından,
Bu senin gölgen!
Dik dur, gülümse; çünkü kısa bir süre - -

Ve silinir daha sağken güneşler çekilince
Erken - -
Öğren!

Behçet Necatigil
Yaz Dönemi, 1963
İlk Yayımlanış: Varlık 577, 1 Temmuz 1962

7 Aralık 2010 Salı

Zachary Keeting- single abstractions



iyi ki


silindir çarptı paytak kuşlara.
gömüldük
dışarı!
en sözünden çıkmam
gözlerim öndedir kum
çıkarlar evlerine gider gibi
nane lokumlu kız istemeye
nemi tutar biri sanki helvayı yapar komşu
kahveler orta.

deltada hızlı trenler
gün şişti ortasından
giy paltonu
delirmeyiz

tebeşir yut ateşlen
soygunlu narin kız bilekleri
leyleklerin uçmaları ve merdivenler düşmek için
bahariye’de sönen yangın da var
duruşu evlerin eriyik.

kimse atlamadıysa bu boynu
sürüldük diye beyaz çarşafı
yaranı gör gör yarana büyü
ak mı titretir sabunu kara’yı
sesine gel güvenli tramvay kayırması
çiçekli bluzon almak kadar alnına buz vur.

ağaçların iyi ki olur gölgesi
iyi ki topacımız
delirmeyiz

iyi ki.


Anita Sezgener
pusu bilici, Norgunk, 2008


6 Aralık 2010 Pazartesi

bayrak kusması bu Leyla, bize burada yer yok…

                                                                               
Çok Sevgili Leyla Erbil’e…


güruhun tamı
kiri pası tak etti Leyla
azınlığın bilmem kaçıncı azınlık oluşunda
sen var ya orayı basmadan geç
bu kıyasıya toplama kampının
“ne sev, ne terket” yerinden
en gürültüsüzünü sen geç

balkonlarına ateş açılan yazık yerde
(ne yazık)
başımı bilmem iki elim arasında alırsam
kime ne

eşik durmamış ki bu ahalinin
                  (yasolakievleribıçaklayanvolkanikyaranızdangünşaştı)
ayaklarını ezmeye
%100 iltihabî
gidelim mi Leyla,
ha?..
kaya tuzlarını biz gibi
gri kirişli evlere yazdırmaya.


cin ayşe fanzin, değil o da değil

2 Aralık 2010 Perşembe