2 Aralık 2011 Cuma

soğuk 9



uyku gelir. telefon gelir. kim bakacak şimdi. kimse. kendimi tüketiyormuşum; ne yapsaydım yani. sabah gözler buğulu. çaaat! yumurta düşer.düşerse düşer, kapıyı kimse çalmaz ama, uydurma! dağıtma, sızlanma, yalvarma, düşme, kendini kırma, ağlama! aslında yani ne halin varsa gör!

çarpma işte şu duvara dedim. elli kere söyledim, kendime de söylemedim mi? beton bağımlılığı, ha ha!. şimdi ben olmak var tunne.
marmara’nın evinin önünden geçtim, kapıyı çalmadım. siz hiç 5. katın balkona çıktınız mı? çıksanız içiniz acır. duyuşuna aşinayım diye onun hayatına sızacağım mı sandınız; ancak kendine bi hayat kuramayan başkalarının hayatına sarkar. ben hiç öyle biri olmadım söylemem lazım. açmak istediğim telefonlar oluyor. olmuyor mu? oluyor. hissediyorum, beni anıyor, yan yana gelsek yaralarımıza üflerdik. kendimi tutuyorum. yok, hem çok geç! rüzgar şimdi başka kumu kaldırmakta. kimseyi şimdi yarama üfleyen rüzgar yapamam ben, altında kemiklerim takırdar. şimdi görmeyen sonra görür, o yüzden hayır!

bi de herkesin derdi beni gerdi cümlesi var. toplum bireyden daha mı önemlidir diye sormuştum on yıl önce; vaaay sen misin bunu soran hem de şu haline bakmadan ha? sanki dünyanın en ayıp şeyini sormuşum gibi, telefonlarım çalmaz oluverdi. bi de şu halim ne demekse. hiçler. şimdi ikisi devletle el ele. sıra üçüncüde, yakında gelir haberi. dördüncüsü karısını dövüp duruyor hiç içeri almıyorlar.beklediğim telefon başka. karıştırmayın. hani şu benim geç geldiği için açamadığım, yine gelsin dediğim; bir dilek işte. lacan dedi ki toplum bireyden daha önemli değildir, daha önemsiz de değildir ama; hepsi bu yahu.bi daha yazayım, hepsi bu! kuduzlar, ben ölürsem toplum mu ölür, ha? karıştırıyorum sanıyorlar, yok öyle bi şey. bastırdıklarınızı okuyorum ben sizin. utanmadan bi gün biri sofrada “varlık en karanlık kavramdır” diyen heidegger’den alıntı yaptı. olamaz, bi insan bastırdıklarını böyle zavallıca mı entellektüelize eder, hiç mi bi şey anlamadın salak. nedir şimdi bu çarpıtma. bırak onu, şu zavallı ah.so. bir arkadaşın görüp okumadığı bi şeyi üzerine karşı tarafa “duyduğum kadarıyla kötüymüş” diye yazabilmiştir. hani şu acıklı toplumun top ten enteli. böyle ‘bilgi sever’ olunuyor işte, yutturur tabii bu sığlıkta. çok sonraları biri bi gün dedi ki “ah, nasıl sorunlu o zavallı bi bilsen!”. “bir gün senin günlüklerin de yayımlanır da herkes öğrenir durumu”. “ama” dedi sonra, “ölümünden sonra yayımla o sayfaları lütfen de cevap bile veremesin: intikam!”

bu çocukluk yaralarıyla normaldir bu donma. iyi de bu kelimeyi tanımlayın diyorum, çıt yok.
yahu, tanımlayın şu ‘normal’ kelimesinin anlamını diyorum, duymadınız mı? çıt yok!

senin vücudun güzel dedi bana, sonra öptü beni. ben de seni öpersem bu duygularına karşılık vermek anlamına gelir mi diye sordum. o bi şey demedi, ben de öpmedim. karışmayan iki su. oysa vücudun güzel demesini sevmiştim. olmasa n’olur ki, o da ayrı tabii. birine iltifat ettin mi hemen seni hayran kitlesine davet edenlerden biri değildi o. ben de değilim. insanı duygularına karşılık vermek anlamına gelmeden öpemez miyim ben yani diye düşündüğüm oldu sonra, ne bileyim ya!...

robert ryman bi gün maleviç’e rastlar. bu “düğün”dür, çok açık. işte bu anlamda kaç kişinin hayatında düğün vardır ki? ben ölürsem yoksa siz mi ölürsünüz? ölmezsiniz. siz biliyor musunuz bu arada mezarlık fiyatlarını. somut konuşun ölüme dair dediydim, aman dedilerdi çok karamsarsın. sizin aydınlığınıza tercih ederim gerçeği diyecek olduydum ben de, gene aynı şey, bi daha aramadılar. salaklar, sanki ölmeyecekler!

yani şiiiiimdi bu ne tür bir eziklik yarattığınız. leke gibi bir yük.benim hiiiiiç evim olmadı. hani çoooook yağar derler ya londra’da yağmur. ben şimdi kalkıp yerleşsem londra’ya hani işte yunmak için, içimdeki cesettttte yıkanır mı, sanmam. laf işte.

kendimi hiç evden çıkartmadan kendime sürdüm.
içtim, kanım yandı. duvara baktım canım yandı.
uzakta biri beni andı.


uygar asan
yaz, 2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder