2 Aralık 2011 Cuma

YALNIZLARDAN söz etmemiz insanlardan, fazla anlayış beklemektir. İnsanlar, neden söz ettiğimizi anlarlar sanıyoruz. Hayır, anlamazlar. Bir yalnızı görmemişlerdir asla; ondan, tanımaksızın, nefret etmişlerdir yalnız. İnsanlar, onu tüketen komşular olmuşlardır; bitişik odanın, onu baştan çıkaran sesleri olmuşlardır. İnsanlar, patırtı etsinler, onun sesini boğsunlar diye, eşyaları ona karşı kışkırtmışlardır. Narinliği ve çocuk oluşu yüzünden çocuklar, ona karşı birleşmişler ve o her büyüyüşünde, yetişkinlerin rağmına büyümüştür. Bir av hayvanı gibi barınağını sezmişler ve uzun gençliği sürekli bir takip altında geçmiştir. Güçten kesilmeyip de ellerinden kaçtıkça, yaptığı şeylere bağırmışlar, çirkin deyip kötülemişlerdir yaptıklarını. Ve o, bunlara kulak asmadı mı biraz daha ortaya çıkmışlar, yiyeceğini bitirmişler, teneffüs edeceği havayı tüketmişler ve iğrensin diye yoksulluğuna tükürmüşlerdir. Bulaşıcı hastalığı olan biri gibi adını kötüye çıkarmışlar, daha çabuk kaçıp gitsin diye ardından taşlar atmışlardır. Ve yıllanmış içgüdülerinde haklıydılar gerçekten: o, gerçekten düşmanlarıydı çünkü.


Fakat sonra, o başını kaldırıp da bakmayınca akılları başlarına gelmiştir. Bütün yaptıklarının, onun canına minnet olduğunu anlamışlar; yalnızlık kararında onu desteklediklerini ve kendilerinden sonsuza kadar uzaklaşması için ona yardımda bulunduklarını fark etmişlerdir. Ve şimdi birdenbire değişmişlerdir ve sonuncuya, en son çareye, öbür mukavemete: şöhrete başvurmuşlardır. Ve bu gürültü üzerine hemen her yalnız başını kaldırıp bakmış ve zihni dağılmıştır.



Rainer Maria Rilke

Çeviren: Behçet Necatigil
Malte Laurids Brigge’nin Notları’ndan,
Adam Yayınları, 1982,
S. 143-144


















asger jorn
Beckett’in okuma listesinden...



Samuel Beckett’in mektupları, edebiyatçı isimleriyle doludur; hakkında yazdığı yazarlar (Proust), çevirdiği şairler (Apollinaire), takip ettiği yaşıtları (Ionesco), hayran oldukları (Joyce)…
1941-1956 arasında yazdığı mektuplarda adı geçen okuduğu kitaplardan bazıları:


Andromaque / Jean Racine:
“Andromaque’ı yeniden her zamankinden büyük bir ilgiyle okuyorum ve bugünün tiyatrosunun fırsatlarını daha iyi anladığımı düşünüyorum.’

80 Günde Devr-i Alem / Jules Verne:
“Capcanlı bir kitap.”

Şato / Franz Kafka:
“Kendimi öylesine evdeymiş gibi hissettim ki, sanırım okumaya devam edemedim bu yüzden, dava orda kapandı.”

Gönülçelen / J.D. Salinger:
“Uzun zamandır en çok hoşlandığım kitap.”

Düşteki ev / Agatha Christie:
“çok yorgunum Christie”

Effi Briest / Theodor Fontane:
“Dördüncü keredir aynı yerde gözyaşlarımı tutamıyorum.”

Notre Dame’ın Kamburu / Victor Hugo

Gecenin ucuna yolculuk / Louis-Ferdinand Céline

Lautreamont ve Sade / Maurice Blanchot

İnsanlık Durumu / Andre Malraux

Sivrisinekler / William Faulkner

Repeat Performance / William O’Farrell

Yabancı / Albert Camus

Varolma Eğilimi / Emil Cioran

628-E8 / Octave Mirbeau


çev.: a.s.














 asger jorn, 1956
André Breton’a mektup
(18 Ağustos 1917)
Jacques Vaché



….Ve bir de,

SANAT yok ki -O yüzden onun hakkında konuşmak da boşuna- ama! insanlar sanatçı olmaya devam ediyorlar -çünkü durum bu ve başka bir yol yok- peki şimdi ne diyeceğiz?

Yani biz SANATI sevmiyoruz ve sanatçıları da ( Apollinaire’den sonra) VE ŞAİRİ ÖLDÜRMEK DOĞRU! Her neyse, bir damla asit ya da eskimiş lirizm yumurtlamak zorundaysak bunu hızlıca yapalım çünkü lokomotifler hızlı gidiyor.

Modernite bu durumda değişmez ve her gece öldürülür. Mallarmé’yi yok sayıyoruz ama kibarca -ama o ölü- Ama artık Apollinaire’i tanımıyoruz ne de Cocteau’yu -Çünkü- Biz onların sanatı, çok bilerek yaptıklarından, romantizmi telefon kablosuyla kabaca düzelttiklerinden ve dinamoyu bilmediklerinden şüphe duyuyoruz. YILDIZLARın bağlantısı yine koptu! -bu yorucu- ve bir de bazen çok ciddi konuşmuyorlar mı! İnançlı adam tuhaftır.

AMA ZATEN BAZILARI BÖYLE DOĞMAZ MI...

İşte -hep sürüp gitmesine izin verdiğim iki yol bildim- Az kullanılan kelimelerden oluşan fantastik çarpışmalı kişisel bir duyum oluştur- çok sık da değil, bunun yanı sıra gerektiğinde duygu açıları, temiz duygu kareleri çiz, tabii-

Biz mantık- Dürüstlük çelişkilerini gerektiğinde de bırakmalıyız- herkesin yaptığı gibi.



Çeviren: Anita Sezgener


















asger jorn, guillaume appolinaire












louis aragon, 1924

not:
aragon'un suicide'ını bize ileten yusuf çalık'a teşekkürler...















asger jorn, 1966
Karşılaşma



Doğuştan gelen istidat. Bükülür. Pıhtı gözler, ışık gözler . Birbirimizin gözbebeklerine bakalım. Sakın. Saçılırız, öp! Titreme. Dün Datça’da seni gördüm. Şimdi neden? İzmirnadayız. Tuz ve bıçak. Saf bıçak. Çivi ile mıh. At. Terki. Uçalım ölü Deniz’e . Lucifer hemen gel. Beyaz Sızla. Naz zulmeder mütenahi. İngiliz anahtarı. Telefon. İz. Yıldızlı.
Naz, bendeki melek uyuyor. Lucifer Lucifer. Geçtim gözlerimden kayıkla. Bayan Anita merak merak. Melek . Tüylü şeyler. Krater göllerinde balıklar. Sekerek sekerek. Fasikül. Etek. İki fasikül. Bluz. Nereye giden kompartıman. Sakın ama sakın Kontesi uyandırmayınız. Zümrüt seyrek zümrüt göze değer. Ren gecesi. Gökler yanıyor. Akıyor, sana söyledim ve bana hayat verdin. Hayatım yoktu. Verdin. Verdiniz kontes. Put. Nur. Ay. Gri. Mavi. Grimavi, ört. Örtbas edilmiş. Ay. Nur. Bıçkın Kütahyalı, çarık, şalvar, gideyaza, gelikdura.r. R.r.R. Çukur. Refrigerator. Martini. Mezra. İpek. Naz ipeği. Naz’ın ipeği. Nazipek . İpeknaz . Çim kelebekleri beyaz çim kelebekleri. Kudüs. Çağıyla gelecek süt liman kırk yıl belki de yırk yıl yal. Girit, Girit. Aşkımın peşinde rüzgârla. Esther. Perhiz. Efraim. Bay uzun kulaç atar. Tilki. Baba soyundan gelenler. Armut. Belki de armıt. Ay seyreldi. Fatimi. Fatıma. Dokuz. Cezanne. Cesur dağ.
Dürr-i naz. Dürnaz. Kaftan. Yahut ibrişim. Atlas mı? Yok artık. Kışırtılı beyaz yelkenler bak uzakta Simi’ye doğru. Sömbeki’ye doğru tek beyaz kanadı evrilerek kun olmuş. Bana sorma! Öp! Titreme.



Serdar Koçak
Yayımlanmamış “Hayat Defteri”nden


















asger jorn, lithograph, 1967
Trieste’ye bir Serdar Koçak



dostum Serdar’a dedim basit şey öldürür. mesela saksağan. basit bir şey olmadığından dedi. ucundan kenarından bitirim bi ölüm. basit şey: mesela mavi öksürük. öksürünce sarsılan temizlik dedi. saksağan bu bakın dedi akıllıdır bütün suyu kendine içiyo öbürlerine kalmıyor dedim basit bir şey yoktur der gibi kaldı.
datçanın bademi dedi sustu sonra. bilir maviyi de şiirlerini bahçıvana okuttu ne de olsa datça küçük yer. Serdar azcık rahatlayınca basit şeyler onu unutur ama.
‘Ben Napoli Radyosu’ boşluğa atılmış voltadır, volta atarak okunur. o radyo hâlâ konuşur. bilinç akışımızı akışlatır.
‘Trieste’ye bir Komün’ evin en arka odasında sesli okunmalı ve heceler yuvarlatılmalıdır. “yapıtım eklektik tamdan eksik tama bir gidiştir” diye yazar, çın.. çın sesi her kitapta vardır. ‘Tanrı ve Tanrıçalar’da özellikle.
tanrıçalar tanrıça olduklarına gülümserler Serdar’ın annesi koltuğundan düşer inancı tam diyedir Serdar inanmaz, onun doğrusu başka. alkışsızdır Serdar. neden sizden değildir, Mesudiye’deki köylülerledir. geçmişindeki halıları anlatmışmıdır ki onlara?
Seyhan yaşasaydı kavga etselerdi isterdi. ‘seyhan yazdı’yı yazdı. (henüz yayımlanmadı) ölebilmemeyi yazdı. sonra portakal mı düştü uykusundan ne, uyandı resimli. Zem şehri’ne. “evde kalemtraş varsa durum iyidir…” dedi sessiz. katre kimdi merak edeniniz mutlaka vardır. meyledenlerin Zem’e yolculuğudur vardı. n’lerin ortasından geçiniz basmayınız vardı. dereağzında eski çayın tadı yok. büyük bir sahanın ortasında golsüz kalınınca Serdar oraya gol koyar. sizden habersiz. kendi içinin dışında oldu mu şiir oldukça ciddidir. kahve suyu hazır olunca Serdar sigarayı bırakacak, bunu sadece Yemliha biliyor (henüz siz bilmiyorsunuz)
“şair birkaç metre yakını içinde her şeye birden bakar…”
bakar ve son yazdığı şiirlerinden birinde ne der:
“yazmazsam dünya yoktur
uçurum kardeş değildir
telefon etmem suçtur
ilaçlarımı düzenli kullanamam
katlanıp her türden tehlikeye
yazmalıyım ölebilene dek.”


Anita Sezgener














 asger jorn, lithograph, 1964
soğuk 9



uyku gelir. telefon gelir. kim bakacak şimdi. kimse. kendimi tüketiyormuşum; ne yapsaydım yani. sabah gözler buğulu. çaaat! yumurta düşer.düşerse düşer, kapıyı kimse çalmaz ama, uydurma! dağıtma, sızlanma, yalvarma, düşme, kendini kırma, ağlama! aslında yani ne halin varsa gör!

çarpma işte şu duvara dedim. elli kere söyledim, kendime de söylemedim mi? beton bağımlılığı, ha ha!. şimdi ben olmak var tunne.
marmara’nın evinin önünden geçtim, kapıyı çalmadım. siz hiç 5. katın balkona çıktınız mı? çıksanız içiniz acır. duyuşuna aşinayım diye onun hayatına sızacağım mı sandınız; ancak kendine bi hayat kuramayan başkalarının hayatına sarkar. ben hiç öyle biri olmadım söylemem lazım. açmak istediğim telefonlar oluyor. olmuyor mu? oluyor. hissediyorum, beni anıyor, yan yana gelsek yaralarımıza üflerdik. kendimi tutuyorum. yok, hem çok geç! rüzgar şimdi başka kumu kaldırmakta. kimseyi şimdi yarama üfleyen rüzgar yapamam ben, altında kemiklerim takırdar. şimdi görmeyen sonra görür, o yüzden hayır!

bi de herkesin derdi beni gerdi cümlesi var. toplum bireyden daha mı önemlidir diye sormuştum on yıl önce; vaaay sen misin bunu soran hem de şu haline bakmadan ha? sanki dünyanın en ayıp şeyini sormuşum gibi, telefonlarım çalmaz oluverdi. bi de şu halim ne demekse. hiçler. şimdi ikisi devletle el ele. sıra üçüncüde, yakında gelir haberi. dördüncüsü karısını dövüp duruyor hiç içeri almıyorlar.beklediğim telefon başka. karıştırmayın. hani şu benim geç geldiği için açamadığım, yine gelsin dediğim; bir dilek işte. lacan dedi ki toplum bireyden daha önemli değildir, daha önemsiz de değildir ama; hepsi bu yahu.bi daha yazayım, hepsi bu! kuduzlar, ben ölürsem toplum mu ölür, ha? karıştırıyorum sanıyorlar, yok öyle bi şey. bastırdıklarınızı okuyorum ben sizin. utanmadan bi gün biri sofrada “varlık en karanlık kavramdır” diyen heidegger’den alıntı yaptı. olamaz, bi insan bastırdıklarını böyle zavallıca mı entellektüelize eder, hiç mi bi şey anlamadın salak. nedir şimdi bu çarpıtma. bırak onu, şu zavallı ah.so. bir arkadaşın görüp okumadığı bi şeyi üzerine karşı tarafa “duyduğum kadarıyla kötüymüş” diye yazabilmiştir. hani şu acıklı toplumun top ten enteli. böyle ‘bilgi sever’ olunuyor işte, yutturur tabii bu sığlıkta. çok sonraları biri bi gün dedi ki “ah, nasıl sorunlu o zavallı bi bilsen!”. “bir gün senin günlüklerin de yayımlanır da herkes öğrenir durumu”. “ama” dedi sonra, “ölümünden sonra yayımla o sayfaları lütfen de cevap bile veremesin: intikam!”

bu çocukluk yaralarıyla normaldir bu donma. iyi de bu kelimeyi tanımlayın diyorum, çıt yok.
yahu, tanımlayın şu ‘normal’ kelimesinin anlamını diyorum, duymadınız mı? çıt yok!

senin vücudun güzel dedi bana, sonra öptü beni. ben de seni öpersem bu duygularına karşılık vermek anlamına gelir mi diye sordum. o bi şey demedi, ben de öpmedim. karışmayan iki su. oysa vücudun güzel demesini sevmiştim. olmasa n’olur ki, o da ayrı tabii. birine iltifat ettin mi hemen seni hayran kitlesine davet edenlerden biri değildi o. ben de değilim. insanı duygularına karşılık vermek anlamına gelmeden öpemez miyim ben yani diye düşündüğüm oldu sonra, ne bileyim ya!...

robert ryman bi gün maleviç’e rastlar. bu “düğün”dür, çok açık. işte bu anlamda kaç kişinin hayatında düğün vardır ki? ben ölürsem yoksa siz mi ölürsünüz? ölmezsiniz. siz biliyor musunuz bu arada mezarlık fiyatlarını. somut konuşun ölüme dair dediydim, aman dedilerdi çok karamsarsın. sizin aydınlığınıza tercih ederim gerçeği diyecek olduydum ben de, gene aynı şey, bi daha aramadılar. salaklar, sanki ölmeyecekler!

yani şiiiiimdi bu ne tür bir eziklik yarattığınız. leke gibi bir yük.benim hiiiiiç evim olmadı. hani çoooook yağar derler ya londra’da yağmur. ben şimdi kalkıp yerleşsem londra’ya hani işte yunmak için, içimdeki cesettttte yıkanır mı, sanmam. laf işte.

kendimi hiç evden çıkartmadan kendime sürdüm.
içtim, kanım yandı. duvara baktım canım yandı.
uzakta biri beni andı.


uygar asan
yaz, 2011


















asger jorn, 1956