1 Kasım 2011 Salı

BOK KÜLTÜRÜ – KUTSAL BOK (1979/1980)
Friedensreich Hundertwasser


* Uygarlığın çöküşünün asıl nedeni üzerine konuşmak istiyorum.

* Bitkiler dünyası, insan yeryüzünde yaşayabilsin diye çamuru, zehirli maddeleri bir humus tabakasıyla, bir bitki örtüsüyle, bir oksijen tabakasıyla örtebilmek için milyonlarca yıla gerek duymuştur.

* Ve bu nankör insan uzun süren bu kozmik çabayla üstü örtülmüş olan çamuru, zehirli maddeleri yeniden üst yüzeye çıkarıyor.

* Böylece, sorumsuz insanın işlediği suçla, dünyanın sonu tüm zamanların başlangıcı oluyor. İntihar ediyoruz. Şehirlerimiz kanser dokuları. Yukarıdan bu tam olarak görülüyor.

* Bizde yetişeni yemiyoruz da, uzaklardan, Afrika'dan, Amerika'dan, Çin'den ve Yeni Zelanda'dan yiyecek getiriyoruz.

* Boku korumuyoruz. Dışkımız, kendi atığımız, çok uzaklara atılıyor. Böylelikle nehirleri, gölleri ve denizleri zehirliyoruz; ya da onu son derece karmaşık, pahalı arıtma tesislerine gönderiyoruz, nadiren de merkezi gübre fabrikalarına, ama şöyle ya da böyle kendi atığımız yok ediliyor. Bok, asla tarlalarımıza geri dönmüyor, asla yiyeceğin geldiği yere de dönmüyor.

* Yemekten boka giden çevrim işliyor. Bok'tan yemeğe giden çevrim kesintiye uğramış durumda.

* Kendi atığımız hakkında yanlış bir kanaatimiz var.

* Hijyenik bir davranışta bulunduğumuzu sanarak sifonu her çekişimizde, kozmik yasalara karşı geliyoruz; çünkü aslında bu allahsız bir eylem, ölümün taşkın bir hareketi.

* Helaya gittiğimizde, kapıyı içerden sürgülediğimizde ve bokumuzu su dökerek ortadan kaldırdığımızda, son darbeyi vurmuş oluyoruz. Neden kendimizden utanıyoruz ki? Korktuğumuz şey nedir?

* Bokumuzun daha sonraki akibetinden, azraili görmüş gibi kaçıyoruz. Klozet deliği gözümüze ölümün kapısı gibi görünüyor: buradan derhal uzaklaşmalı, çürümeyi ve kokuşmayı hemen unutmalı. Oysa durum tam tersi.
Yaşam ancak bokla birlikte başlar.

* Bok, yemekten çok çok daha önemlidir. Yemek kitlesel olarak çoğalan, niteliği azalan ve yeryüzü için ölümcül bir tehlike haline gelmiş olan, bitkiler alemi, hayvanlar alemi için, su, hava ve humus tabakası için ölümcül tehlike oluşturan bir insanlığı korur sadece.

* Oysa bok bizim yeniden dirilişimizin yapıtaşıdır.

* İnsan düşünmeye başladığından beri ölümsüz olmaya çalışıyor. İnsan bir ruhu olsun ister. Bok bizim ruhumuzdur. Bok sayesinde hayatta kalabiliriz. Bok sayesinde ölümsüz olacağız.

* Ölümden niye korkuyoruz ki? Kimin bir humus helası varsa, ölümden korkusu yoktur, çünkü bokumuz yeniden doğuşumuzu olanaklı kılar. Eğer tanrının ve yeryüzünün hürmetine, bokumuzun değerini bilmez ve humusa dönüştürmezsek, bu yeryüzü üzerinde varolma hakkımızı yitiririz.

* Yanlış hijyenik kurallar adına, kozmik özümüzü yitiriyoruz, yeniden doğuşumuzu yitiriyoruz. Pislik yaşamdır. Steril temizlik ölümdür. Öldürmeyeceksin, oysa biz tüm yaşamı zehir ve betonla sterilize ediyoruz. Bu cinayettir.

* İnsan yalnızca bir borudur. Bir yandan şeyleri içeri verir, öbür yandan onlar hazmedilmiş olarak çıkarlar.

* Ağız öndür, kıç arkadır. Neden? Tam tersi olmalıydı. Yemek yemek niçin pozitiftir?
Bok niçin negatiftir?

* Bizden dışarı çıkan bir çöp değildir, dünyanın yapı taşıdır, bizim altınımız, bizim kanımızdır. Dolaşım çılgınca kesintiye uğratıldığı için, kan kaybından ölüyoruz, uygarlığımız, dünyamız kan kaybından ölüyor. Sürekli kan kaybeden ve yerine yeni kan koymayan biri, kan kaybından ölür. Freud rüyaları yorumlarken, 'bok altının sembolüdür' dediğinde haklıydı. Şimdi bunun bir rüya değil, gerçeklik olduğunu saptamalıyız.

* Pasolini'nin bir filminde oyunculara bok yedirmesi, bu dolaşımı tamamlamanın bir sembolüydü,
ümitsiz bir hızlandırma isteğiydi.

* "Arkadan" dışarı çıkana da, "önden" içeri girene duyulan sevginin aynısı duyulmalı, ayrılan zamanın aynısı ayrılmalı ve gösterilen özenin aynısı gösterilmelidir.

* Yemek yenilirken yapılan törenin, masayı örtme, çatal bıçak kaşık, çin yemek çubukları, gümüş sofra takımları ve mum ışığı gibi, aynısı yapılmalıdır.Yemekten önce ve sonra sofra dualarımız var. Sıçarken kimse dua etmiyor.

* Tanrıya, topraktan gelen günlük ekmeğimiz için dua ediyoruz ama bokumuzun yeniden dönüşmesi için
dua etmiyoruz.

* Çöpler güzeldir. Çöplerin sınıflandırılması ve yeniden çevrime sokulması sevindirici bir etkinliktir.

* Bu etkinlik bodrumlarda ve arka avlularda, gübreliklerde, tuvaletlerde ve helalarda gerçekleşmez; yaşadığımız yerde, ışığın ve güneşin olduğu yerde, oturma odasında, mutena mekanımızda gerçekleşir.

* Atık diye bir şey yok. Çöp yok.

* Humus tuvaleti bir statü sembolü.

* Bilgeliğimizin ve kendi atığımızın yardımıyla, ağacın büyümesi ve meyve verecek olgunluğa erişmesi gibi, bokumuzun humusa dönüşmesine tanık olma ayrıcalığına sahibiz. Kendi evimizde, kendi evladımız gibi.

* Homo – humus – humanitas; eş kökenli üç yazgısal sözcük.

* Humus gerçek kara altındır.

* Humus'un iyi bir kokusu vardır.

* Humus kokusu tütsü kokusundan daha kutsaldır ve tanrıya daha yakındır. Yağmurdan sonra ormanda gezintiye çıkan, bu kokuyu tanır.

* Elbette çöp tenekesinin, konutumuzun ortasına gelmesi ve humus helasının en güzel yerde, baş köşede olması biraz acayip bir şey.

* Fakat tam da bu, toplumumuzun, uygarlığımızın, yaşamda kalmak istiyorsa yapması gereken geri dönüşümdür.

* Humus kokusu tanrının kokusudur, yeniden dirilişin kokusudur, ölümsüzlüğün kokusudur.


Almancadan çeviren: Mustafa Tüzel
Kaynak: Hundertwasser, Schöne Wege, Gedankenn über Kunst und Leben,
Münih 1983

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder