1 Mart 2011 Salı

Varis

                                                             
Bana yalnızca ölen, acı çeken insanlardan söz et, dedi. Ya da zaten ölmüş olanlardan. Yok olan, çürüyen, berbat kokular saçan şeylerden söz et, dedi. Konuşmak için ağzımı açtığımda pencereden gelen ışığı engellediğimi söyleyerek beni hemen susturdu. Ben de yatağına yakın başka bir sandalyeye geçtim. Sonra da tüm oksijenini tükettiğimden yakınmaya başladı, işi bitmiş akciğerleriyle bu tükenmiş haldeyken domuz gibi sağlam biriyle nasıl rekabet edebilirdi ki? Ben de sandalyeyi yatağın ayakucuna götürdüm. Ondan sonra sanki ona tabuttaki cesedinin başında bekliyormuşum gibi baktığımdan yakındı. İrileştiğimin, yüzümün şiştiğinin farkında mıydım? Ağzımın, açgözlü küçük bir vantuza benzediğini söyledi. Gözlerimin parlak, katı cam bilyeler gibi boş olduğunu, bütün düşüncelerimi sergilediklerini, dahası her bir düşüncemin bir öncekinden daha tiksindirici olduğunu söyledi. Düşüncelerimi okuyabildiğini bilmiyor muydum? Bunu sorarken madeni para büyüklüğünde balgam pıhtıları, bazen de kan çıkararak patlattığı havlamayla inleme arası kahkahası duyuluyordu. Dev bir denizanası kadar saydam ve iştahlıydım. Kalp atışlarım sıvı ve hamurumsuydu, çalkalanan midemin devinimleri onun gibi nazik durumda olan biri için iğrençti, ve lütfen dışarı çıkabilir miydim? Dışarı çıkmak için ayağa kalkınca pişmanlık duyarak, çıplak kemikleri andıran ince, soğuk parmaklarıyla bileğime sarıldı. Nereye gidiyorsun? Benden korkuyor musun? Beni sevmiyor musun? Beni burada bırakıp gidecek misin? Ben de pencerenin yanındaki sandalyeye yeniden oturdum, güneş batana kadar ışığı engellemeye devam ettim.


Joyce Carol Oates

Hayat Kısa Proust Uzun: Çok-kısa Öyküler Antolojisi’nden alınmıştır.
Çeviren: Fahri Öz - Mustafa Yılmazer
Düş Atelyesi, Ankara, 2000

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder